30 Temmuz 2013 Salı

Onu tanıdımız mı?

Yaklaşık 50 yıl önce 5 Ağustos 1962'de aramızdan ayrılan sinemanın efsane oyuncusu Marilyn Monroe'nun yeni fotoğrafları ortaya çıktı. 
Saçları, tarzı ve güzelliği ile 20. yüzyılın pop ikonlarından biri olan Monroe, meşhur olmadan önce çekilmiş fotoğraflarında gerçek saç rengi ile görülüyor. 
ABD basınından Huffington Post'un haberine göre, Monroe'nun bu fotoğrafı 1944 yılında çekildi. Monroe o sıralar gerçek adı olan Norma Jeane Dougherty'i kullanıyordu ve ilk filminin yayınlanmasına henüz 3 yıl vardı. 
Monroe'nun bugüne kadar hiç yayınlanmamış 3 bin 700 fotoğrafı bu ayın başında satışa çıktı. Fotoğrafların fiyatı 1000 dolar ile 15 bin dolar arasında değişiyor. 1944 yılında çekilen iki fotoğraf da onlar arasında. 
Dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü sinema oyuncusu, meşhur olmadan önce bildiğimizden oldukça farklı
GAZETEPORT  29 Temmuz 2013 
 
 

21 Temmuz 2013 Pazar

ekşi sözlükte marliyn monroe

hastasıyım...
 
-evet aptal sarışınım, ama sarışınların en aptalı değilim.diyen kadınlıgın abidelerinden bir tanesi..
 
en güzel, en seksi, en çekici, en sarışın tapılası kadın
 
"all the girls should be told they are pretty, even if they aren't" ve "i dont mind making jokes, but i dont want to look like one" sözlerinin sahibi olan zamaninin idolü.
 
joe dimaggio ile de evlenmistir.happy birthday mr president ile kendi başına iş açmıştır.
 
arthur miller ile sansasyon ve reklam için evlendigi söylenen ünlü oyuncu
 
marilyn manson'un isminin marilyn kısmının geldiği sex idolü . ("manson" da kısmı da ünlü seri katil charles manson'dan gelmektedir. ve grup elemanlarının isim formatı da sex idolü+ seri katil şeklindedir.)
 
marilyn moroe öldü diyorum ona/ ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi/ şimdiyse cennette nietzche'nin metresi olması gerekir
 
öldürücü dozun yaklaşık yedi kat fazlası barbiturat ve nembutal alarak yaşamına son verdiği iddia edilen,otopsisi alel acele yaptırılmış ve sonuçlarıda hasır altı edilmis efsane aktrist.yapilan otopside midesinde barbiturat ve nembutal kapsülü izine rastlanamamış,otopsiyi yapan doktorun yıllar sonra anlattığına göre otopside çok garip bir detaya rastlamış ve kolonunun içinin lavman ile boşaltılmış oldugunu tespit etmiş,bundan yola çıkarak barbitural bir solüsyonun kendisine uykudayken anal yoldan verimiş olması olasılığının yüksek olduğunu belirtmiştir.monroenun her akşam barbiturat ve nembutal dışında uyumak için librium kullandığı da düşünülürse,daldığı derin uyku esnasında birilerinin bunu yapmış olmasi gayet mümkün görünmektedir.hatta olay günü monroenun evine gelen ambulansın şoförü evin 70-80 metre gerisinde bir lincoln içersinde robert kennedyi gördüğünü iddia etmektedir.ne bileyim karışık işler bunlar işte..

marilyn monroe chicago'daki 2012'de kaldırılan heykeli (video)

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kırık parçalar (Marilyn Monroe)

“..Sadece bir kaç kırık parçamız bir gün diğer insanların kırıklarına temas edecek. Gerçek bundan ibaret. Bir tek insanın gerçeği. Sadece “prezentabl” kırıklarımızı paylaşabiliriz. Bu yüzden hemen her zaman yalnızız [...] Neden olaylar gerçekten olmuyor da bir rol oynuyormuşum gibi geliyor? Neden bu işkenceyi hissediyorum? Neden kendimi diğer insanlardan daha az insan hissediyorum? Kendimi hep insan-altı bir varlık gibi hissettim…” (Marilyn Monroe’nun 1961′de psikanalist Ralph Greenson’a yazdığı mektuptan)
Marilyn Monroe’nun hayatı boyunca küçük kâğıtlara, günlük sayfalarına not ettiği şiirlerin, yayınlanmamış mektuplarının derlendiği bir kitaptan bahsetmek istiyorum bugün,  “Kırık Parçalar”. (Fragments)
Seks sembolü”, bütün gerçek kadınlardan daha “dişi” bir star, vücud hatlarını abartan korseleri, dar giysileri ile kadın değil, bir kadın karikatürü olarak yaşamış bu insanın hayatı neye benzeyebilir? Dişiliği abartıldıkça insanlığı örtülen, platin saçlarıyla sarışınlardan daha sarışın olan “Marilyn” gerçek adını dahi kullanamayan genç bir kadındı… Kendisi olmak ile toplumun ona biçtiği rol arasında, mandalla ipe asılmış bir çamaşır gibi edilgen, rüzgâra ve güneşe mecbur, şunları not etmiş defterine
 “hiç bir zaman mutlu olmayacağımı biliyorum ama neşeli olabilirim….Ey Hayat! Senin iki yönünü takip ediyorum, havaya asılıyım, daha çok aşağıya düşer gibiyim… Ama kuvvetliyim, rüzgârdaki bir örümcek ağı gibi. Kırağı ile varlığım kuvvetleniyor, soğuk ve ışıltılı. Ama inci dizili çizgilerim bir tablo gibi rengârenk. Ah hayat, seni aldattılar
Kendisi için mutlu olamayan, “ötekilerin” ondan beklediği gibi neşeli görünmeye çalışan bir kız Norma; ötekiler için “Marilyn” rolü oynayan Norma Jean Baker. Mânâsız bir harf, içi boş bir elbise gibi hissediyormuş kendisini. Biyografisinden öğreniyoruz ki “Erkekler sarışınları tercih eder” ya da “bazıları sıcak sever” gibi filmlerin kahramanı çekimlerden sonra Los Angeles üniversitesine gidiyormuş, kütüphanesinde 400′den fazla kitap varmış.
Sanırım yazmak Marilyn için bir kaçıştı, en makyajsız haline, kameralardan, alkışlardan uzak, “orijinal” benliğine geri dönüş. Kendi olmak imkânını bulduğu nadir anların tadını çıkarıyordu yazarak. Daha çocuk sayılacak yaşta bile sürekli yazan, hisleri, umutları ve ızdırapları ile şuuru arasına mesafe koyabilen, tepki değil fikir üreten bir genç kız var karşımızda. 1943′te 17 yaşında iken şunları yazmış:
 “Kendini iyi tanımak ya da tanıdığını düşünmek o kadar da iyi bir şey değil. Başarısızlıkların üstesinden gelmek için herkesin biraz gurura ihtiyacı var”
İskoçyalı filozof David Hume’un(1) bunalımlarını hatırlıyoruz Marilyn Monroe’yu okurken. Hume’u ve derin insan kitabında bahsettiğimiz “benlik” hissini:“İşte BEN’lik tuğlası bu. Filozofun akıl yoluyla keşfettiği, mü’minin vahiy yoluyla inandığı (çamurdan bedene üflenen…) ve şizofrenin kafasına bir saksı gibi düşen, BEN’in bir yanılgı, bir vehim olduğu gerçeği. Ama bu gerçek ile karşılaşmak için mü’minin gerekli hazırlığı yapmış ve tahkikî iman ile donanmış olması gerekiyor. Filozoflar? Onların da her zaman hazır olduğu söylenemez. ”İnsan Doğası” (A Treatise of Human Nature) isimli çalışmasının birinci kitabının sonuç bölümünde David Hume şöyle yazıyor:
Gemisi batmış, boğulmak üzere olan bir yolcuya benziyorum. Kimim? Bir hiç miyim? Hiç bir Hakikat’im yok. Diğer insanlardan tecrid olmuş durumdayım. Kaybolmuş. Ne mutlu ki doğa beni bu melankoliden çekip çıkarıyor ve tavla oynamaya itiyor… Bir kaç saat eğlencenin ardından bu düşüncelere geri dönecek olursam soğuk buluyorum onları ve yeniden içine girmeye gönlüm yok.”
İnsanları “BEN” yapan şeylere biraz daha yakından bakın: Doktor, Erkek, Genç, Bekâr, Eskişehirli, zayıf, Tavla sever, sigara kokusundan nefret eder, dostları var, komşuları, akrabaları… Hep başkalarına göre, topluma, kurumlarına, geleneklere göre inşa edilmiş bir kim?-lik. Bir an için çevresindeki herkesin o yokmuş gibi davrandığını farz edin: insanların ona bakmadığını, ondan yardım istemediğini hatta selâm vermediğini canlandırın gözünüzün önünde. Söylediği sözler dipsiz bir kuyuya atılmış taşlar gibi. Ses bile vermiyor. Günlük hayatın, alışkanlıkların ve bedensel hazların verdiği güven duygusunun silindiği bir dünya. Kim?-lik yok. “Kim?” sorusuna cevap bir sessizlik. Aynaya bakıyor ama kendini göremiyor
Yatak odası gazetecilerinin ağzını sulandıracak detaylar yok Marilyn Monroe’nun notlarında. Mahremiyet yok, samimiyet var. yazdıkları gerçekten çok içten. Kendini, hayatı ve insanları anlama gayretinde bir insancık duruyor karşımızda. Izdırap içinde kıvranan, yardım isteyen, kimseye kin tutmayan biri. Kendine biçilen “sarışın fıstık” rolünü mükemmel oynuyor; mükemmeliyetçi bir aktör, her çekimden önce başarısızlık korkusuyla tir tir titreyen bir çocuk adeta. Sevgi dilenmekle geçirmiş ömrünü, yüzüne fırlatılan kürklerin ve pırlantaların altında nefessiz kalmış. Et-kadın’ın içindeki insan-kadını aramış, belki de kalbindeki boşluğu kitaplarla doldurmaya çalışmış? Obur insanın pastalara saldırması gibi kitaplara saldırmış, okumuş, yercesine, yutarcasına okumuş.
Ya yazdıkları? Büyük bir edebî  eserden bahsedebilir miyiz? Sanmıyorum. Daha çok “kederli bir palyaçonun seyir defteri” diyebiliriz. Dışarıya verdiği “pozitif görüntü” ile iç dünyasında yaşadığı fırtınalı hayat arasında kalmış. Sürekli “içine” bakmış ve yazmış; can çekişen bir kadının kalbinden gelen “kadınsal” izleri kâğıda dökmüş…
Derin Düşünce sitesi kurulduktan sonra kadınların yazma konusunda bir avantajı olduğunu fark ettim. Hanım yazarlar ile tanıştıkça bu olumlu “önyargı” pekişti. Siteye örnek yazı gönderen yazar adaylarının isminden anlaşılmasa bile yazdıklarından bir hanım olduğu derhal seziliyordu. Neden? Nasıl? Bilmiyorum. Ama öyle.
Kadınlarda biz erkeklerin sahip olmadığı bir tür “duygusal zekâ” var. Erkek yazarlar kelimelere, kavramlara muhtaçlar. Ama mânâlar kelimelere hapsoldukça Mânâ’dan uzaklaşıyor. Erkekler beyin ile yazıyorlar. Kadınlar ise kalp ile. Erkeklerin yazdıkları üst üste konmuş tuğlalara benziyor. Bir plan ve program dahilinde, giriş, gelişme, sonuç, ana fikir, yan fikirler… Kadınlar ise ressamlar gibi bir fırça darbesiyle anlatıyorlar kalplerindekini. Açıklanmayan, “sadece” yaşanabilen, sezgisel şeyler  yazıyorlar. Bir keman konçertosuna benzetilebilir kadınların yazdıkları. Sesler iç içe geçmiş. Hangi fikirden ne zaman çıktınız, hangi duyguya ne zaman daldınız, bilmiyorsunuz. (Bir daha ki sefere duygusal bir film seyrederken karınızın ya da kız kardeşinizin göz pınarlarında bir damla yaş görürseniz bu sözlerimi hatırlayın.)
Evet… “bizim” Marilyn de bir kadın yazardı. Ya da yazan bir kadın? Ne olursa olsun beyniyle değil kalbiyle düşünen bir insandı Marilyn. İlk kocasından ayrıldıktan sonra şunları not etmiş meselâ
“…idealize edilen gerçek aşkın sureti yok olduğunda hissedilen… fırlatılmış ve reddedilmiş olmanın verdiği ağır bir ızdırap…”
Marilyn’in yazdıklarından değil ama onu yakından tanıyanların sözlerinden anlıyoruz ki modern dünyada yaşamak için fazla hassas bir kadınmış. Kendisinden istenen her şeyi vermiş, insanlarda biraz samimiyet ve gerçek sevgi aramış ama nafile. Son kocası Arthur Miller onun bu hassasiyetine şu sözlerle işaret ediyor:
“…Hayatta kalmak için daha riyakâr biri olmalıydı, ya da en azından gerçekçi. O ise sokağın köşesinde durmuş, insanlara şiirlerini okumaya çalışan bir şaire benziyordu, gelip geçen kalabalık onun elbiselerini yırtarken…” 
Dünyaya geldiğimizde “ben” olduğumuzu bilmeyiz. Açlığımıza, üşümemize, korkumuza derman olan “anne” bize dokunarak vücudumuzun sınırlarını da öğretir. Yüzümüze gülümser, adımızla hitab eder. BEN fikri oluşmaya başlamıştır artık. Vücudumuzun boşlukta bir yer kapladığını fark ederiz. O yer “benim” yerimdir, bana özeldir. Tıpkı adımız gibi, Ben’e ait, SADECE Ben’e ait. “Anne” bizim için ilk “öteki” olur. Ve tabi diğer aile fertleri. Okul, cinsiyet, mahalle, millet derken yavaş yavaş BEN‘liğimizi inşa ederiz. Kim?-liğimizi oluştururuz. Çocukluktan Ölüm’e dek AYNI olarak kalacak bir “BEN” fikri, “Kim?” sorusunun cevabı, bir ” identity“…
 Ama adı üstünde bir inşa sürecidir bu. Doğuştan gelen bir şey değildir. Bir şeyler ekleyip çıkarırız. Hem ait olduğumuz grupları taklid ederiz hem de “Özel” olmak isteriz. Aidiyetler güven verse de toplum içinde eriyip yok olacak kadar başkalarına benzemek… hoş değildir.
 Fakat bazen işler yolunda gitmez. Marilyn gibi bazı çocuklar ayaklarını yere sağlam basamazlar bir türlü, onlar için hayatın toprağı kum gibi gevşektir. Tutunamaz kökleri. Zaman’ın geçmesi yetmez yaşamaları için. BEN’liklerini inşa edemez o çocuklar. Yaşamaya başlayamazlar bir türlü:
 “Kimse onun bir hayalet olduğunu tahmin edemezdi. Yaşayan bir ölü için fazlasıyla güzeldi o, fazlasıyla tatlı, çekici. Hayaletlerin sıcaklığı olmaz. Soğuk çarşaflar gibidirler ya da korkunç bir karaltıya benzerler. Keşke aldanmasaydık. Bizi büyüleyen, böylesine avucuna alan ve bize zevk veren bu güç neydi? Tuzağa düşmüştük. Onun çoktan ölmüş olduğunu anlayamadık.
 Aslında Marilyn Monroe tam olarak ölmüş sayılmazdı. Biraz ölmüştü. Neşeli görüntüsünün içimizde uyandırdığı zevkten körleşiyorduk: YaşaMAmak için ölmüş olmak gerekMiyordu. O doğuşundan itibaren yaşaMAmaya başlamıştı. Annesi bir “piç” doğurduğu için insanlıktan kovulmuştu ve son derecede mutsuzdu… Bebekler insanların kanunla çizdiği yerler dışında yaşayamazlar. Norma Jean Baker daha doğmadan kanun dışı olmuştu. Bunalım içindeki annesi bebeği ile ilgilenebilecek durumda değildi. Küçük Norma soğuk yetimhanelerde ve geçici ailelerde kaldı. Sevgiyi öğrenmek zordu.” (hayaletlerin fısıltısı,b.cyrulnik)
Sevgiyi ve mutluluğu öğrenemedi “bizim” Marilyn. Ama faydayı, tatmini ve tatminsizliği öğrendi. Beşerî Marilyn bir şekilde beslenip büyüyor fakat içindeki “insanî” Marilyn açlıktan kıvranıyordu. Etrafındaki insanlar ondan faydalandılar. Karşılığında Marilyn’e istediği faydayı, lüksü, şöhreti vs verdiler. Ama bu beşerî bir ticaretti. “insanî” Marilyn yine açtı. Sevgisizlik neticesinde Kendine güvensizlik, bunun doğurduğu korku ve boşluk hissi büyüdükçe büyüdü. Marilyn’in ifadesiyle güzel sözler bile sorun teşkil ediyordu:
“Tuhaf ama biri bana iltifat ettiğinde içimi bir endişe kaplıyor. Izdırap duyuyorum çünkü bu iltifatı hak etmediğimi düşünüyorum, gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorum
Gerçek şu ki şizofren, melankolik, depresif diye etiketlediğimiz insanların bir çoğu gerçekte hasta değiller. İnsan’a dair bir Hakikat’i hissediyorlar ama anlam veremiyorlar. BEN duvarında öyle büyük bir yarık öyle beklenmedik bir anda açılmış oluyor ki Hakikat’in ışığı gözlerini kör ediyor! Korkarım intihara yeltenenler ve cinayet işleyenlerin büyük bir kısmı da buna dahil. Günlük hayatın tekdüze akışından meydana gelen dekorun yıkılması bu insanlarda sonsuz bir güvensizlik hissi doğuruyor. Korku ile saldırganlaşıyorlar. Ya başkalarına ya da kendilerine karşı. Biz “normaller” canına kıyan birisinin haberini alınca makul ve mantıklı bir açıklama arıyoruz, aşk acısı, işsizlik, çevre baskısı… Oysa Mutlak Korku İnsan’ın kimyasında var, pusuda bekliyor. Uygun koşullar bir araya gelince “bir” şekilde gösteriyor kendisini. (Bkz. Korku Matkabı bahsi, derin insan kitabı)
Özetleyecek olursak, deliler hasta değildir tıbbî mânâda:
“Delilik bir uydurmadır yani deli olduğunun farkında olmayan hasta uydurması. Doktor ile hastanın şuurlarını birbirinden ayıran mesafe ile tıbbî uzmanlık bilgisini hastanın cahilliğinden ayıran mesafe farklı şeylerdir. Ne doktor her şeyi bilen “sağlıklı” taraftadır ne de hasta kendi varlığını unutacak denli “hastalıklı” tarafta. Hasta kendi anormalliğini kabul eder ve hastalığını anlamlandırır. Bu anlam hastanın şuuru ile, ötekilerin dünyası ile arasına koyduğu kapanmaz bir mesafedir. Ama ne kadar net görürse görsün, hastanın yapamadığı şey doktorun perspektifinden bakmaktır. Doktor hastalığı objektif bir süreç olarak ihata eder. Hastanın anormalliğini kabul ya da reddedişi, yorumlayışı hep içeridendir, onsuz değildir.” (m.foucault,maladie mentale et psychologie, sf. 56)
Marilyn Monroe da çocukluğundan itibaren maruz kaldığı baskılar altında kendi iç dünyasına hapsolmuştu. Biz normallerin “delilik” dediği şey kuluçkaya yatmıştı. Foucault’nun tabiriyle söyleyecek olursak “anormalliğini yorumlayışı içeridendi, Marilyn-siz değildi”. Kısaca Marilyn giderek delirmekteydi. Yazdığı notlarda bu görülebiliyor. Düşünceden kopma, şiirsellikten, çarpıcı metaforlardan deliliğe doğru bir kayma vardı hayatında. Meselâ:
Ey sessizlik! Sükunetin başımı ağrıtıyor. Kulaklarımı delip geçiyor ve tahammül edilmez sesler sakince başıma vuruyor. Simsiyah bir ekranda beliren yaratıkların gölgeleri en sadık dostlarım oldu. Kanım devinim içinde yolundan sapıyor, dünya uykuda; ah huzur, seni istiyorum. Bir huzur yaratığı olsan bile
Neden bu gidişe direnemedi? Neden hayata tutunamadı Marilyn? Tanıtım yazımızın giriş kısmında sunduğumuz sözlerini hatırlayın, “..Sadece bir kaç KIRIK PARÇAMIZ (ing. Fragments) bir gün diğer insanların KIRIKLARINA temas edecek”  diye başlayan satırları. Marilyn aslında çok önemli bir gerçeğe işaret ediyordu, “benlik” dediğimiz şeyin gerçekten de “kırık” parçalardan ibaret olduğuna. Sağlıklı bir çocukluk, “normal” anne-baba sevgisi içinde bu parçaları birleştirebilecek gücü buluyoruz biz “normal” insanlar. Hatta kendi “parçalarımızı” o kadar iyi birleştiriyoruz ki onu bölünmez bir bütün sanıyoruz. Adına “Benlik” dediğimiz gerekli vehim böyle oluşuyor. Ama çocukluğunda büyük travmalar yaşayanlar bu “birleştirmeyi” beceremiyor, tahammül edemedikleri gerçeğin yerine yalandan bir dünya kuruyorlar:
“…Ailesiz çocuklar cemiyetin gözünde ailesi olanlara kıyasla daha kıymetsizdir. Bu çocuklara tecavüz etmek ya da sömürmek o kadar da büyük bir suç sayılmaz. Çünkü bunlar tam anlamıyla çocuk sayılmazlar… Kimileri böyle düşünür. Küçük Marilyn bu saldırgan ortama rağmen ayakta kalabilmek için fanteziler oluşturmaya başladı. Bazen gerçek babasının bir sinema yıldızı olduğunu söylüyor, bazen bir kraliyet ailesinden geldiğini iddia ediyordu.
 Sürekli yetimhane ve geçici aile değiştirmek ve cinsel istismar neticesinde Marilyn gerçekten sevilmeyi hak eden bir insan olduğunu fark edemedi. “Normal” insanların sevgi dilini hiç bir zaman öğrenemedi. Cinsel olgunluğa eriştiğinde onunla birlikte olmak isteyen herkese “evet” diyordu. Cinsel olarak kullanmayanlar için Marilyn altın yumurtlayan bir tavuktu. Satılık, kiralık… bir et idi. Marilyn’i gerçekten sevenler bile onun iç dünyasına giremediler. Öylesine çekici, öylesine parlaktı ki. Erkeklerin gözleri kamaşıyordu. Et-Marilyn “büyük aşklar” yaşarken insan-Marilyn çocukluğunun bataklığında yalnız başına debelenip durdu. Tutunacak bir ip arıyordu, biz ona bir kaç pırlanta atıyorduk zaman zaman. Ölü doğan Marilyn ona biçilen ET rolünü mükemmel oynadı, biz onun hayaletine taptık. Marilyn hiç bir zaman hayata giremedi; kendisi olamadı…” (hayaletlerin fısıltısıb,b.cyrulnik
Marilyn Monroe “delilikte” ilerledikçe bir tür “derinlik sarhoşluğu” yaşamaktaydı. Çok derine dalmış ve yönünü kaybetmiş bir dalgıç gibiydi sanırım. Kendisi için ne istediğini, neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemeyecek duruma geliyordu. 5 ağustos 1962′deki ölümünden 4 yıl önce, 1958′de titreyen elleriyle şunları yazmıştı:
“Help! Help! Help! Hayatın yaklaştığını hissediyorum. Oysa istediğim tek bir şey var, ölmek”
Paramparça olmuş iç dünyasında, kırık bir aynada makyaj yapmaya çalışan bir kadın gibi… Ötekilere kabul edilebilir parçalarını sunmakla geçen bir ömür; çok uzun ve çok kısa bir ömür. Marilyn kendi tabiriyle ses çıkaran plastik bir oyuncaktı. “içi boşlukla dolu” bir oyuncak. Görünen dünyada “gerçek” aşkı, dostluğu aramak, MUTLAK MÜKEMMEL’i “ötekilerin” insafından sormak… Ölürken bile herşeyini verdiği “ötekileri” düş kırıklığına uğratmak istemedi. Dünyanın Marilyn’de kıymet verdiği yegâne şeyi yani vücudunu bozmayacak bir ölüm seçti.
Chicago şehrinde 8 metre yüksekliğinde bir heykeli dikildi marilyn monroenun Etekleri havada,seven year itch filmindeki o ünlü pozuyla. Hayatı boyunca “ben bir et değilim” diye ağlayıp duran kız çocuğu artık öldü. Ama ona ısrarla “sen bir etsin, bizi ilgilendiren tek şey senin etin” diyen bir anıt var artık. Chicago’ya gelen turistlerin en büyük eğlencesi plastik Marilyn’in bacaklarının arasında geçip resim çektirmek. Dişiliği abartılmış, eşyalaşmış bir kadın karikatürü ve altında  poz veren, cinselliğe indirgenmiş bir erkek karikatürü. Öldükten sonra bile insan yerine koymadığımız Marilyn Monroe’nun hayaletini Chichago sokaklarında ağladığını duyar gibiyiz:
 “Neden bu işkenceyi hissediyorum? Neden kendimi diğer insanlardan daha az insan hissediyorum? Kendimi hep insan-altı bir varlık gibi hissettim…”
Dipnotlar
David Hume’un kelimeleri ile Marilyn Monroe’nun hissiyatı arasındaki çarpıcı benzerliğe bakın:
“Bu parça parça algıları sentezleyerek bir aynılık (sameness) oluşturuyoruz zihnimizde. Bütün yaptığımız benzerlik ve illiyetten istifade etmek. Benlik sadece hissedilen (feeling) ama 5 duyu ile algılanmayan bir şey. Netice olarak Benlik sözlerle ifade edilen zihni bir oluşum, bir ilişkidir. Bellek, kimliği (identity) üretmez, keşfeder. [...] İlliyet (causality) yani sebep-sonuç ilişkileri, determinizm ve kimlik insanların hayata tahammül etmek için ihtiyaç duyduğu vehimlerdir (illusions). Dil katılığı sebebiyle Varlık’ın değişimine rağmen aynı kalan hakikî Ben’i anlamaya engeldir.” ( a tresatise of human nature)
DERİN DÜŞÜNCE

marilyn monroe chicago'daki 2012'de kaldırılan heykeli

Marilyn Monroe Unpublished Photos

19 Temmuz 2013 Cuma

hollywood'un efsaneleri;james dean ve marilyn monroe

ekşi sözlükte marilyn monroe

havalandırma mazgalının üzerinde vermiş olduğu poz en çok kullanılan karelerden biri olmuştur

kendisinin ve stüdyoların yarattığı karikatürize tiplemeye kısılıp kalmış, bu yüzden/sayede bir ikon olmuş olsa da mutlu olamamış olduğu bilinen oyuncu.
 
başkan kennedy'e doğumgününde söylediği happy birthday mr. president şarkısı o enfes sesin tadını çıkarmak için birebirdir
 
'gentelmen prefer blondes'da resmen kendini oynamıştır. sonunda ne gaddar zeki oldugunu gösteren çeşitli cümleler sarfettigi sahnede kopmustum
 
ordinary güzelliığini mevcut sexapeli ve o dönem erkeklerin görmek istediği kadın imajı ıle sıradışı hale getirmiş sırf bu becerisi için bile tebrik edilmesi gereken notorious hatun
 
yatarken ne giyersiniz sorusuna sadece chanel no 5 demiş hatun.
 
dünyaya sadece bir tane sarışın ve balık etli ilahe geldi.(aslında sarışın mı geldi o tartışılır ama en azından giderken sarışındı)
 
kafalara yerleşmiş dünyanın en güzel ve en seksi kadını imajı, aslında insanların onun hiç bir zaman yaşlı halini göremedikleri için yerleşmiştir, bir yerde ebedi güzelliği yakalamıştır marilyn monroe, gibi söylemler vardır.
 
the misfits filminde şuh olmayan, romantik bir kadını canlandırmıştır
 
sesi de kendi gibi seksi olan sarışın olmasına ragmen hala onun gibi güzel ve yetenekli bir hatunun gelmedi kanısındayım.
 
''freud beni tanısaydı, cinsiyet hakkındaki nazariyetleri değişirdi.” demiş.
 
arthur miller'in eski karisi,idol kadin
 
gülüşüyle, kahkahasıyla etkileyen az bulunur insanlardan...
 
elton john'un candle in the wind şarkısını yazdığı kişi.

18 Temmuz 2013 Perşembe

Marilyn Monroe’nun gizli portreleri satışa çıkarılıyor

Sinema ve moda dünyasının tarihi sembolü Marilyn Monroe’nun hiçbir yerde yayınlanmamış portre fotoğrafları, Kaliforniya’da “Profiles In History” Müzayede Evi’nde görücüye çıkıyor
New Yorklu moda fotoğrafçısı Milton H. Greene’in objektifinden Marlyn Monroe’nun en samimi kareleri, müzayede evi müdürü Joe Maddalena’nın da belirttiği gibi, bir dönem birlikte yaşayan ve bir yapım şirketi kuran ikilinin yakın ilişkisinin ürünü: “Bu portrelerdeki samimiyet ve yakınlık Marilyn Monroe’nun bilinen fotoğraflarındakinden çok farklı. Çünkü bu kareler onun çok daha rahat ve kendi olabildiği bir ortama giren biri tarafından çekildi. Bu fotoğrafların kalitesini Monroe’nun göz bebeklerindeki parıltıdan anlayabilirsiniz.”
Marilyn Monroe, Arthur Miller ile evliliğinin öncesinde 4 yıl aile evinde kaldığı Milton H. Greene ile bu süre zarfında 52 stüdyo çalışmasına imza attı. Fotoğrafçı, Monroe’nun bu samimi pozlarının fikir haklarını alarak, izinsiz bir şekilde çoğaltılmasının önüne geçti. Maddalena, Greene’in bu özel portrelerinin bu sayede gizemini koruduğundan söz etti: “Fikir hakları esere farklı bir değer kazandırıyor. Sonrasında bunu bir dergiye lisanslı olarak satabiliyorsunuz. Eser size ait olduğundan biri posterini yapmak istediğinde çoğaltıp kopyaları satabiliyorsunuz. Yayın hakları da sizde olduğundan başka birinin bu kopyaları satmasına engel olabilirsiniz. Bu, güç ve eserin kaderi elinizde, demek. Kimse izniniz olmadan bunu kullanamaz. Bu şekilde ticari bir iş yaratmış oluyorsunuz.”
Milton H. Greene’in üç bini aşkın negatifi ve diyapozitifleri arasından seçilen ve dağıtım hakkı alınmış 82 eser, Profile In Hıstory Müzayede evinde ay sonunda görücüye çıkıyor. 1985’te hayata gözlerini yuman moda fotoğrafçısının değerli arşivinde yer alan diğer ünlü isimler arasında, Elizabeth Taylor, Cary Grant, Catherine Deneuve ve Alfred Hitchcock da bulunuyor.
17/07/2013 EURONEWS

14 Temmuz 2013 Pazar

Marilyn’s Autopsy

Coroner Thomas Noguchi conducted the operation. He was assisted by Eddy Day. Noguchi’s findings were as follows.
External examination: The unembalmed body is that of a 36-year-old well-developed, well-nourished Caucasian female weighing 117 pounds and measuring 65-1/2 inches in length. The scalp is covered with bleached blond hair. The eyes are blue. The fixed lividitv is noted in the face, neck, chest, upper portions of arms and the right side of the abdomen. The faint lividity which disappears upon pressure is noted in the back and posterior aspect of the arms and legs. A slight ecchymotic area is noted in the left hip and left side of lower back. The breast shows no significant lesion. There is a horizontal 3-inch long surgical scar in the right upper quadrant of the abdomen. A suprapubic surgical scar measuring 5 inches in length is noted. The conjunctivae are markedly congested; however, no ecehymosis or petechiae are noted. The nose shows no evidence of fracture. The external auditory canals are not remarkable:. No evidence of trauma is noted in the scalp, forehead, cheeks, lips or chin. The neck shows no evidence of trauma. Examination of the hands and nails shows no defects. The lower extremities show no evidence of trauma.
Body cavity: The usual Y-shaped incision is made to open the thoracic and abdominal cavities. The pleural and abdominal cavities contain no excess of fluid or blood. The mediastinum shows no shifting or widening. The diaphragm is within normal limits. The lower edge of the liver is within the costal margin. The organs are in normal position and relationship
Cardiovascular system: The heart weighs 300 grams. The pericardial cavity contains no excess of fluid. The epicardium and pericardium are smooth and glistening. The left ventricular wall measures 1.1 cm. and the right 0.2 cm. The papillary muscles are not hypertrophic. The chordae tendineac are not thickened or shortened. The valves have the usual number of leaflets which are thin and pliable. The tricuspid valve measures 10 cm., the pulmonary valve 6.5 cm., mitral valve 9.5 cm. and aortic valve 7 cm in circumference. There is no septal defect. The foramen ovale is closed. The coronary arteries arise from their usual location and are distributed in normal fashion. Multiple sections of the anterior descending branch of the left coronary artery with a 5 mm. interial demonstrate a patent lumen throughout. The circumflex branch and the right coronary artery also demonstrate a patent lumen. The pulmonary artery contains no thrombus. The aorta has a bright yellow smooth intima
Respiratory system: The right lung weighs 465 grams and the left 420 grams. Both lungs are moderately congested with some edema. The surface is dark and red with mottling. The posterior portion of the lungs show severe congestion. The tracheobronchial tree contains no aspirated material or blood. Multiple sections of the lungs show congestion and edematous fluid exuding from the cut surface. No consolidation or suppuration is noted. The mucosa of the larynx is grayish white.
Liver and biliary system: The liver weighs 1890 grams. The surface is dark brown and smooth. There are marked adhesions through the omentum and abdominal wall in the lower portion of the liver as the gallbladder has been removed. The common duct is widely patent. No calculus or obstructive material is found. Multiple sections of the liver show slight accentuation of the lobular pattern; however, no hemorrhage or tumor is found.
Hemic and lymphatic system: The spleen weighs 190 grams. The surface is dark red and smooth. Section shows dark red homogeneous firm cut surface. The Malpighian bodies are not clearly identified. There is no evidence of lymphadenopathy. The bone marrow is dark red in color. Endocrine system: The adrenal glands have the usual architectural cortex and medulla. The thyroid glands are of normal size, color and consistency. Urinary system: The kidneys together weigh 350 grams. Their capsules can be stripped without difficulty. Dissection shows a moderately congested parenchyma. The cortical surface is smooth. The pelves and ureters are not dilated or stenosed. The urinary bladder contains approximately 150 cc. of clear straw-colored fluid. The mucosa is not altered.
Genital system: The external genitalia shows no gross abnormality. Distribution of the pubic hair is of female pattern. The uterus is of the usual size. Multiple sections of the uterus show the usual thickness of the uterine wall without tumor nodules. The endometrium is grayish yellow, measuring up to 0.2 cm in thickness. No polyp or tumor is found. The cervix is clear, showing no nabothian cysts. The tubes are intact. The right ovary demonstrates recent corpus luteum haemorrhagicum. The left ovary shows corpora lutea and albicantia. A vaginal smear is taken. Digestive system: The esophagus has a longitudinal folding mucosa. The stomach is almost completely empty. The contents is brownish mucoid fluid. The volume is estimated to be no more than 20 cc. No residue of the pills is noted. A smear made from the gastric contents and examined under the polarized microscope shows no refractile crystals. The mucosa shows marked congestion and submucosal petechial hemorrhage diffusely. The duodenum shows no ulcer. The contents of the duodenum is also examined under polarized microscope and shows no refractile crystals. The remainder of the small intestine shows no gross abnormality. The appendix is absent. The colon shows marked congestion and purplish discoloration. The pancreas has a tan lobular architecture. Multiple sections shows a patent duct.
Skeletomuscular system: The clavicle, ribs, vertebrae and pelvic bones show fracture lines. All bones of the extremities are examined by palpation showing no evidence of fracture.
Head and central nervous system: The brain weighs 1440 grams. Upon reflection of the scalp there is no evidence of contusion or hemorrhage. The temporal muscles are intact. Upon removal of the dura mater the cerebrospinal fluid is clear. The superficial vessels are slightly congested. The convolutions of the brain are not flattened. the contour of the brain is not distorted. No blood is found in the epidural, subdural or subarachnoid spaces. Multiple sections of the brain show the usual symmetrical ventricles and basal ganglia. Examination of the cerebellum and brain stem shows no gross abnormality. Following removal of the dura mater from the base of the skull and calvarium no skull fracture is demonstrated
Liver temperature taken at 10:30 A.M. registered 89 F
Specimen: Unembalmed blood is taken for alcohol and barbiturate examination. Liver, kidney, stomach and contents, urine and intestine are saved for further toxicological study. A vaginal smear is made.
T NOGUCHI, M.D. DEPUTY MEDICAL EXAMINER 8-13-62

Marilyn'i kim öldürdü?

Derler ki her yükselişin bir düşüşü vardır, maalesef Marilyn Monroe da buna uyanlardan. 60'lara girildiğinde kumral Norma Jeane Mortensen için, sarışın bomba Marilyn Monroe uzak bir hayalden ibaretti. Ancak o hem filmleri hem de özel hayatıyla bir ikona dönüştü. "Gentlemen Prefer Blonde / Erkekler Sarışın Sever", "Some Like It Hot / Bazıları Sıcak Sever" ve tamamlanmış son filmi "The Misfits / Uygunsuzlar". Bunların yanı sıra iki sansasyonel evlilik, biri beyzbol yıldızı Joe DiMaggio diğeri de yazar Arthur Miller ile. Ancak birçok insanın imrendiği hayatı yaşarken Monroe pek de düşünüldüğü gibi hissetmiyordu anlaşılan. Sonunda kendi hayatına son verdi, yoksa Kennedy mi öldürttü ya da onun kardeşi, peki ya mafya bağlantısı? Aşağıda güzel yıldızın nasıl öldüğüne dair bazı teoriler ve olabilme ihtimalleri anlatılıyor. Bunlardan hangisini seçip inanacağınız artık size kalmış
Norma Jeane yaptı
Teori: Uyumadan önce Marilyn normalin üzerinde reçeteli yatıştırıcı alır (Sekiz farklı çeşit, çoğunluğu Nembutal adlı uyku ilacı). Los Angeles Adli Tıp raporunda da ölüm sebebi "yüksek doz sebebiyle akut zehirlenme", metod ise "muhtemel intihar" olarak belirtiliyor.
Kanıt: Son filmi "Uygunsuzlar" başarısız oldu ve bir sonraki filminin setinden kovuldu. Düşükler, kötü evlilikler, kürtajlar, uyuşturucu ve alkol... Arkadaşlarına göre Monroe daha önce de intihar girişiminde bulunup kurtulmuştu.
Karar: İnanılırlığı en yüksek teori-bunun bir kamuflaj olduğunu gösteren ipuçlarına rağmen (Bir intihar mektubu bulunamadı, midesinde aldığı ilaçların kalıntıları bulunamadı, otopsiden elde edilen deri örnekleri gizemli bir şekilde ortadan kayboldu). Kazara Yüksek Doz Alımı teorisiyle bağlanıyor (Gün boyunca üst üste alınan sakinleştiriciler gece yatmadan aldığı Nembutal ile birleşince dayanamadı).
Daha fazla bilgi için: Lucy Freeman'dan "Why Norma Jeane Killed Marilyn Monroe/Norma Jeane Marilyn Monroe'yu Neden Öldürdü."
Otopsi raporu, http://marilynmonroepages.com/autopsy.html adresinde.
JFK yaptı
Teori: Marilyn'in Başkan John F. Kennedy ile kısa süreli bir ilişkisi oldu. Marilyn'in rahat hareketleri Bay Başkanı rahatsız etmeye başlayınca da kendisi, imkanlarından faydalanarak CIA'yi gönderip bu rahatsızlığa son verdi.
Kanıt: Çok yok. Aslında Marilyn, Kennedy'yle 50'li yıllarda, o daha genç bir senatörken tanışıyor. Başkan olduğunda ikili zaten yakın arkadaş. İlişkilerinin cinsel kısmı ise tamamıyla sinematik.
Karar: Kennedy suikasti sayesinde inandırıcılık kazanan bir komplo teorisi (Eğlenceli bir teori; Kennedy suikastinin Marilyn'in intikamını almak için Hugh Hefner tarafından düzenlendiğini iddia edenler var).
Daha fazla bilgi için: Anthony Summers'dan "Goddess: The Secret Lives of Marilyn Monroe / Tanrıça: Marilyn Monroe'nun Gizli Yaşamları' ve Leonore Canevari'den 'The Murder of Marilyn Monroe / Marilyn Monroe Cinayeti".
Mafya yaptı
Teori: Marilyn'in mafyayla olan ilişkisi iki kişi üzerinde odaklanıyordu: Frank Sinatra ve mafya babası Sam Giancana. İçki yasağı günlerinde Giancana ailesi Joe Kennedy'yle, oğullarının Beyaz Saray'a girmesiyle ilgili bir anlaşma yapar. Ancak Bobby Kennedy organize suçlarla mücadele edeceğini açıklayınca Giancana, Marilyn'i öldürtür ve suçu Kennedy'lere yıkacak ipuçları koydurtur.
Kanıt: Giancana'nın kardeşi Chuck, olay yerinde yeterince kanıt bulunamamasını Bobby'nin planı öğrenip ipuçlarını ortadan kaldırtmasına bağlıyor. Özel dedektif Milo Speriglio da ölümünü mafyanın ayarladığını iddia ediyor. Ayrıca olay yerine gelen ilk polis Jack Clemmons da biraz şüphelendiğini söylüyor: "O güne kadar gördüklerim içinde sahnelendiği en belirgin olay yeriydi. Hap kutuları yatağın başucundaki komodine düzenli bir şekilde konmuştu... Vücudu düzgünce yerleştirilmişti. Her şey çok temiz ve düzenli görünüyordu".
Karar: Eğer Marilyn'in konumu onun hakkında yazılan her kitapta anlatıldığı kadar önemli idiyse, JFK-RFK-Mafya üçlüsü dedikodularının kasetleri / kayıtları nerede?
Daha fazla bilgi için: Chuck Giancana'dan "Double Cross / Çift Taraflı" ve Milo Spriglio'dan "Crypt 33".
Psikoloğu yaptı
Teori: Marilyn'in psikoloğu Dr. Greenson olay yerine geldiğinde yıldız hâlâ hayattaydı. Marilyn ambulansa konmadan önce doktoru bir iğne yaptı... AMA İĞNENİN İÇİNDE NE VARDI?
Kanıt: Bu teori Marilyn'in aşırı dozda hap almış olamayacağından yola çıkıyor. Yazar Anthony Summers'a göre odasında su ya da bardak yoktu, vücudunda aşırı dozda ilaç olmasına rağmen midesinde hap kalıntısı bulunmadı ve yatak odası tuhaf şekilde düzenliydi (Ağızdan hapla aşırı doz alanlar normalde ölmeden önce kusarlar). Peter Lawford'ın biyografisini yazan James Spada'ya, ambulansı kullanan şoför, "Tam ayılıyorken bir doktor geldi, sanırım Dr. Greenson'dı. Göğsünü kenara çekip ona bir iğne yaptı" diyor.
Karar: Psikoloğu yapmadı. Otopsiye göre Marilyn'in vücudunda hiç iğne izine rastlanmadı.
Daha fazla bilgi için: James Spada'dan "Peter Lawford: The Man Who Kept The Secrets / Peter Lawford: Sırları Gizleyen Adam".
RADİKAL 18/8/2002